Klasik dönemden modernizme, ‘Paris Ekolü’nden geometrik soyutlamaya, figüratif ustalardan günümüz sanatının özgün yorumlarına uzanan 403. Müzayede’de, Burhan Doğançay, Erol Akyavaş, Abidin Dino, Fikret Mualla, Mehmet Güleryüz, Nuri İyem, Turan Erol, Oya Zaim Katoğlu, Mübin Orhon, Ali Avni Çelebi, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nedim Günsür, Hamit Görele, Canan Tolon ve Komet’in de aralarında bulunduğu ustaların eserleri yer alıyor.
Türk resmini odağına alan ve 519 eserin yer aldığı müzayede aynı zamanda zengin bir heykel seçkisi de bulunuyor. Cumhuriyet’in erken döneminden günümüz çağdaş sanatına uzanan geniş bir zaman çizelgesi sunan seçkide Alev Ebüzziya, Zühtü Müridoğlu, Hüseyin Gezer, Ali Teoman Germaner – Aloş, Osman Dinç, Rahmi Aksungur, Bubi, Selma Gürbüz, Nusret Suman, Saim Bugay, Kenan Yontuç, Kazım Karakaya, Lidya Yazmacıyan gibi farklı kuşaklardan sanatçılar bir araya geliyor.
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Müzayedenin güncel sanat seçkisi ise İnci Eviner, Canan Tolon, Kemal Önsoy, Kemal Seyhan, Erinç Seymen, Burcu Perçin, Ebru Uygun, Mithat Şen, Nedret Sekban’ın da aralarında yer aldığı sanatçıların yapıtlarını içeriyor.
Müzayedede yer alan tüm yapıtlar www.artam.com adresinde veya 21 Aralık’a kadar Maçka’da Antik Palace’ta görülebiliyor.
Görkemli gecenin en heyecanlı bölümü ise müze koleksiyonunda yer alan sanatçıların bağışladığı yapıtların açık artırmayla satıldığı Destek Yarışı’ydı.
İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı’nın konukları kapıda karşıladığı ve tek tek ilgilendiği gecenin sunuculuğunu üçüncü kez ünlü oyuncu Salih Bademci üstlendi. Maya Portakal Bitargil’in müthiş bir performansla yönettiği destek yarışında Türkiye ve dünyadan 13 sanatçının 12 yapıtı sanatseverler tarafından satın alındı.
Maya Portakal Bitargil
Toplam 29 milyon 600 bin TL katkı sağlanan gecede rekor 6 milyon liraya satılan sanatçı Azade Köker’in ‘Orkestra’ adlı eseri nin oldu. Sanatçının bu geceye özel olarak ürettiği yapıtını İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran satın aldı. Aran böylece eğitime katkı için en büyük bağışı yapan isim oldu.
Oya Eczacıbaşı
Hilmi Yavuz’un verdiği Uygarlık Tarihi derslerine giren Fırat’ın üzerinde derin izler bırakır o günler. Derslerin sonrasında ayakastü sohbetlerle başlayan hoca öğrenci ilişkisi yıllar içinde dostluğa hatta ortak üretime dönüşür. Kamil Fırat’ın 1996 yılında, Hilmi Yavuz’un 60’ıncı yaşı için açtığı serginin ve hazırladığı kitabın adı ‘Özne = Hilmi Yavuz’dur.
Kamil Fırat’ın fotoğraf çalışmalarına her zaman özel bir ilgiyle yaklaşan Hilmi Yavuz’un 1996 yılında sanatçının Kapadokya çalışması üzerine yazdığı yazıyla başlayan süreç günümüze kadar devam etti.
Hilmi Yavuz’un son otuz yıl içinde Kamil Fırat’ın fotoğraf çalışmalarına yazdığı metinleri bir araya getiren kitabı ve bu metinlerin kaleme alındığı fotoğraflardan oluşan ‘Sözcükler & Fotoğraflar’ sergisi geçen hafta Beyoğlu Çukurcuma’daki G-Art Galeri’de açıldı.
Serigide ve kitapta Kamil Fırat’ın on farklı dönemi yer alıyor. ‘Kapadokya’, ‘Özne = Hilmi Yavuz’, ‘Pervane’, ‘Kıyı’, ‘Kubbe’, ‘Düş Kentleri’, ‘Ufka Dair’, ‘Taş Yüzler’, ‘Atlar & Kentler’ ve ‘Mektuplar’ üzerine yazılmış yazılar, hem Hilmi Yavuz’un ‘imge’ bağlamındaki bakışını hem de Kamil Fırat’ın fotoğraf serüveninin ipuçlarını barındırıyor.
Serginin 5 Aralık Cuma günü gerçekleştirilen açılışında Kamil Fırat tek başına ağırladı dostlarını ve davete katılan sanatseverleri. Gözler Hilmi Yavuz’u aradı ama o yoktu açılışta. Ne yazık ki bir kaza geçirdiği için katılamamıştı.
Bir süre önce müdevimi olduğu The Marmara otelinin kafesinden çıkıp Gümüşsuyu’ndaki evine giderken yolda düşmüş ve kalçası kırılmıştı.
Hastanede yapılan ilk müdahalenin ardından tedavisine evde devam edilen Hilmi Hoca’ya acil şifalar diliyorum.
İki düşünce insanının uzun yıllara yayılan entelektüel ortaklığını görünür kılarak küçük fakat yoğun bir
Grammy ödüllü şef ve soprano Barbara Hannigan, Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nı hem yönetecek hem de eser seslendirecek.
Kanadalı sanatçı önce şef kimliğiyle Strauss’un ‘Metamorfozları’nı dinleyiciyle buluşturacak, ardından hem şef hem soprano olarak Poulenc’in ‘İnsan Sesi’ne getirdiği sıradışı yorumu ilk defa Türkiye’de müzikseverlere sunacak.
Yeni ve klasik repertuvarı son derece dramatik ve özgün bir yaklaşımla bir araya getiren Barbara Hannigan, çağdaş müziğe derin bağlılığıyla bugüne kadar 85’in üzerinde yeni yapıtın prömiyerini gerçekleştirdi. Şef ve soprano olarak yürüttüğü çalışmalar arasında dengeli bir ilişki kuran Hannigan, Gothenburg Senfoni, Londra Senfoni Orkestrası, Radio France Filarmoni Orkestrası, Lozan Oda Orkestrası, Royal Concertgebouw, Cleveland, Münih Orkestraları gibi dünyanın önde gelen orkestralarıyla bir araya geldi.
2018 Grammy Ödülü’nü alan Hannigan, 2022’de Gramophone tarafından ‘Yılın Sanatçısı’ seçilmiş ve 2025 Polar Müzik Ödülü’ne layık görülmüştü.
Barbara Hannigan
ATLETİK BİR PERFORMANS
Jean Cocteau’nun aynı adlı oyunundan uyarlanan ‘La voix humaine’ (İnsan Sesi) operasında Hannigan, izleyenlerin yorumuyla ‘atletik’ bir oyunculuk performansı ortaya koyuyor.
‘İnsan Sesi’ni ilk olarak 2015’te Paris Operası’nda soprano olarak seslendiren
Çalıştaya katılan sanatçılar arasında uzun yıllar eğitimci olarak pek çok öğrenci yetiştirmiş Hasan ve Şükran Pekmezci çifti de vardı. Hasan Pekmezci, 12 Eylül darbesinden sonra Ankara Yarıaçık Cezaevi’nin deposunda keşfettiği İbrahim Çallı’nın 1926 yılında yaptığı eski Türkçe imzalı bir Atatürk portresinin akıbetinden endişeliydi. Tabloyu nasıl keşfettiğini ve yaklaşık 40 yıl sonra nasıl ortadan kaybolduğunu anlattı.
Pekmezci, 1983-84 yılında Gazi Eğitim’de görevli iken Ankara Yarıaçık Cezaevi Savcılığı’nca oradaki bazı fotoğrafların kontrolü için yardım istenmiş. Fotoğraf dersleri sorumlusu olarak görevlendirilen Pekmezci karşılaştığı manzarayı ve sonrasında yaşadıklarını şöyle anlattı: “Gittiğimde bir depoda çok sayıda fotoğraf bulunduğu, bunların zaman içinde bozulduğu, kullanılamaz hale geldiği, anlatıldı; benim gözden geçirerek hazırlayacağım tutanakla bunların imha edileceği bildirildi. Gerçekten de zaman içinde solmuş, bozulmuş, eskimiş, pek çok poster, resmi dairelere asılanlardan çok bilinen Atatürk fotoğrafları vardı. Hepsi de kayıtlara geçtiği için ancak bir tutanakla kayıttan düşülebilecekti. Özellikle Atatürk fotoğrafı sözkonusu olduğundan o günün askeri müdahale ortamında savcı beyin duyarlılığı yerindeydi. Bunların içinde telis dokulu bir tuval dikkatimi çekti, çünkü klasik ressamlarımızdan bazılarının kullandığı cinsten bir telis tuvaldi. Üstte boydan boya yırtıldığı için sarkmış-katlanmış ve ön tarafından zamanın tozu, kiri ile kaplanmış, ne olduğu belli olmayan bir resim. Bunu ayırıp diğerlerinin düşümü için gereken işlemler uygulandı. Ayırdığımız resmin kaba temiziliğini yapınca bir Atatürk portresi olduğu meydana çıktı. Zaman içinde şaseye bağlı kenarlar çürüdüğü, tuval rulo haline geldiği için kirlenme dışında boya tabakalarında dökülme, tuval çürümesi, büyük çatlamalar-kırılmalar yönünden fazla zarar görmemişti. Tablo farklı bir Atatürk portresiydi ve temizlenince daha da netleşti. Kırmızı renkle atılmış eski Türkçe bir imza ve tarih. Hem renkli imza, hem de eski Türkçe imza bu tablonun 1927 öncesi yapıldığının işaretiydi.
Kopyasını çıkardığım imzayı Gazi’deki arkadaşlarımız okudular ki 1926 tarihli İbrahim Çallı tablosu. Kayıtlar incelendiğinde bu tablonun 2.1.1948 tarihinde 384 numara ile ve 50 lira fiyatla Islahevi demirbaşına kaydedildiği görüldü.”
Hasan Pekmezci’ye göre Çallı’nın bu Atatürk portresi sadece onun değil, genel anlamda yerleşik portre anlayışının dışında, Ankara’yı da içine alan farklı bir kompozisyon. Üst bölümde, geride Ankara Kalesi silueti, Atatürk’ün arkasında ve sağında yanmış-yıkılmış eski Ankara; sol yanında da inşaat halinde, iskeleler kurulmuş ve çalışan işçilerle yeni Ankara. Tam ortada sivil giyimli; genç, dinamik Atatürk. Bu eser Türk sanatçılarının yaptığı Ankara betimlemeleri içinde ilk örnek.
FOTOĞRAF ÇEKMEME VE YAZMAMA İZİN VERİLMEDİ
Hasan Pekmezci
İkilinin 1976–1988 yılları arasındaki on iki yıllık ortak sanat hayatını ve performanslarını derinlemesine bir bakış sunan sergi her iki sanatçının da ortak doğum günü olan 30 Kasım’da ziyarete açıldı. Eski bir şeker fabrikasından sanat merkezine dönüştürülen Cukrarna Gallery’deki açılışa Marina Abramoviç de katıldı.
Birlikte yaptıkları ve insan bedenini zorlayan, sanat, yaşam, ilişki, güven, göçebelik gibi konuları sorgulayan çarpıcı performanslarıyla sanat tarihinde önemli bir yer tutan ikilinin sergisinde fotoğraflar, kişisel belgeler, defterler, mektuplar, eskizler ve günlükler de yer alıyor. Sergi bu yönüyle performans sanatının ‘arka sahnesi’ olarak da tanımlanıyor.
2020 yılında hayatını kaybeden Ulay ile Marina Abramoviç birlikteliklerini 1988 yılında Çin Seddi’ni iki ucundan yürüyüp ortada buluştukları ayrılık performansıyla noktalamışlardı.
Yıllar sonra barışmaları da yine performans sanatının en duygusal sahnelerinden birine dönüşmüştü.
Marina Abramoviç ve Ulay’ın 2010 yılında New York’taki MoMA’da barıştıkları performans.
2010 yılında New York’taki MoMA’da Marina Abramoviç’in ‘The Artist Is Present’ performansı sırasında Ulay habersiz bir şekilde sessizce karşısına oturmuştu.
İkilinin1976 yılında yaptıkları ve koşarak birbirlerine tekrar tekrar çarparak bedenin sınırlarını sorguladıkları ‘Relation in Space’ ile başladıkları performansları arasında nefessiz kalıp bayılmalarıyla sonuçlanan ağız ağıza nefes alışverişi ‘Breathing In/Breathing Out’,
Özellikle kadın sürrealist sanatçıların eserlerinin müzayedelerde yüksek fiyatlara satılarak öne çıkması dikkat çekiciydi. Bu ilgi sürrealizmin erkek sanatçılar etrafında yazılan tarihinin yavaş yavaş değiştiğinin de göstergesiydi.
Satış rekorları, küresel sanat piyasasının nabzının tutulduğu New York’ta 17-20 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen ‘Marquee Haftası’nda kırıldı. Sotheby’s, Christie’s ve Phillips’in yılın en büyük müzayedelerini gerçekleştirdikleri hafta 2 milyar dolardan fazla sanat eseri satışı yapıldı ve başta kadınlar olmak üzere 16 sanatçı için yeni rekorlara imza atıldı.
artam.com sitesi bu satış rekorlarını derlediği bir haber yayımladı. İşte tarihe ‘efsane kasım’ olarak geçen müzayedelerin rekor kıran ilk beş sanatçısı ve eserleri:
Gustav Klimt, ‘Portrait of Elizabeth Lederer’
Sotheby’s’in satışa sunduğu Gustav Klimt’in ‘Portrait of Elizabeth Lederer’ isimli eseri, 236.36 milyon dolara satılarak, müzayede tarihinde bir sanat eseri için ödenen en pahalı ikinci rakam ve sanatçının kendi rekorunu kıran yeni bir kilometre taşı oldu. Portre, aynı zamanda en pahalı modern sanat eseri unvanını elde etti. Yaklaşık 1.8 metrelik tablo, Klimt’in önde gelen hamilerinin kızı Elisabeth Lederer’i tasvir ediyor. Klimt’in önceki müzayede rekoru, 2023’te Sotheby’s’de 108 milyon dolara satılan ve o yılın en pahalı müzayede satışı olan ‘Dame mit Fächer’ (1917) tablosuna aitti.
Frida Kahlo, ‘El sueno’ (La cama)
Sanat tutkusuyla ortak bir hayat kuran ve uzun yıllar süren evlilikleri boyunca yan yana yürüyen seramik sanatçısı Nasip İyem ile usta ressam Nuri İyem’in yapıtlarını aynı çatı altında buluşturan ‘Gözlerimin Önündesin’ sergisini görmek için Bursa’daydım geçen hafta sonu.
Tayyare Kültür Merkezi’ndeki sergide 2005’te kaybettiğimiz Nuri İyem ve 2011’de hayatını yitiren Nasip İyem’in yapıtları, 2004’teki son ortak sergilerinden tam 21 yıl sonra ilk kez bir araya geldi.
Küratörlüğünü Yasemin Bay’ın üstlendiği sergide Nasip İyem’in seramik ve pişmiş toprak yapıtları Cemal Nadir Sanat Galerisi’nde, Nuri İyem’in resimleri Sami Güner Sanat Galerisi’nde, çiftin aile fotoğrafları ise orta fuaye alanında yer alıyor.
Nuri İyem’in ‘koruyucu meleğim’ dediği ve çok erken kaybettiği ablasından ilhamla yarattığı iri gözlü kadınlarıyla Nasip İyem’in pişmiş topraktan yarattığı, Anadolu’nun binlerce yıllık geçmişini günümüze taşıyan kadın yüzleri dünyaya ve sanata bakışlarının da birbirinden ayrılmadığının kanıtı.
Anadolu’nun kültürel birikiminden beslenen ve kendi alanlarında Türk sanatına yön veren iki sanatçının bireysel üsluplarını, ortak duyarlılıklarını ve kesişen üretimlerini sergide görmek mümkün.
Sergiyi görmek için son günler, 30 Kasım’da kapanıyor ancak Bursa Büyükşehir Belediyesi’nce yayımlanan kitabı edinebilirsiniz. Kitapta sergide yer alan eserlerin görselleriyle birlikte