Paylaş
Pax Americana, Latince “Amerikan Barışı” demek.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin Avrupa’nın güvenliğini koruması amacıyla kurulan sistem için kullanıyor.
Alman başbakan özetle şöyle düşünüyor: “ABD artık Avrupa’nın güvenliğiyle ilgilenmiyor. Trump sonrasında bunun değişeceğini düşünmeyelim, kendi göbeğimizi kendimiz keselim.”
Merz’in nihayet Prusya gururunu bir kenara bırakıp Alman realizmini kucaklaması olumlu. Aydınlanma açısından gerekli bir hamle.
Ama Atlantik’in diğer ucunda 10 yıldır bağıra bağıra söylenen bir tezin Almanya’ya bu kadar geç ulaşması da biraz düşündürücü.
Açıkçası Trump’ın ikinci dönemine kadar Avrupalı liderler arasında Transatlantik ilişkilerinde böyle keskin bir dönüş yaşanacağına pek ihtimal verilmiyordu.
Trump’ın iki konudaki net tavrı bu algıyı kırdı:
- NATO’nun mali yükü artık sadece ABD’ye kalmayacak. Her üye ülke gayri safi hasılasının en az yüzde 5’i kadar katkı yapacak.
- Ukrayna’nın savunmasını artık ABD finanse etmeyecek. Avrupa ülkeleri Ukrayna’nın kullandığı Amerikan silahlarının parasını ödeyecek.
Bir musibet bin nasihatten evlâdır.
Trump’ın ilk döneminden beri seslendirdiği ancak Avrupa’da çok da ciddiye alınmayan gerçek bu iki politikanın hayata geçirilmesiyle acı biçimde anlaşıldı.
Tabii böyle trajik bir dönüşümün Avrupa açısından kısa vadede hayırlı sonuçlar getirmesi beklenemez.
Çünkü şu anda NATO’suz bir Avrupa savunmasından bahsetmek mümkün değil. Bu yüzden Avrupa Birliği, SAFE adı verilen güvenlik konseptiyle kendini sağlama almaya çalışıyor.
Ancak Avrupa’nın asıl sorunu askeri gibi gözükse de buzdağının görülmeyen kısmında ekonomik problemlerde yer alıyor. Avrupa ekonomisi yükselen Doğu karşısında tökezler vaziyette.
Amerikan yönetimi, Çin’le rekabet savaşında eski kıtanın yükünden kurtularak mücadele etmek istiyor. Burası ABD açısından da muğlak ve denenmemiş bir oyun alanı.
Ancak buradan ABD’nin Avrupa ile ekonomik ilişkileri baltalamak istediği anlamı çıkmamalı. Bugün Almanya hâlâ dünyanın üçüncü büyük ekonomisi durumunda.
Avrupa Birliği de tüm sıkıntılarına rağmen yerkürenin ekonomik açıdan en başarılı siyasi ittifakı.
Yani iki güç arasında dengesiz de olsa hâlâ doğal bir ekonomik ittifaktan bahsetmek mümkün.
Ama artık Atlantik’in diğer ucunda farklı bir oyun planı devrede.
Pax Americana, ABD’nin kendi tercihiyle sona eriyor. Transatlantik ilişkilerinde yeni ve sancılı bir çağ başlıyor.

Bu görsel yapay zekâ tarafından oluşturulmuştur.
MADAM C’DEN CASUSLUK TÜYOLARI
Birleşik Krallık istihbaratı MI6’in ilk kadın başkanı Blaise Metreweli, önceki gün ilk kez kameraların karşısına çıktı.
James Bond filmlerinde casusluk organizasyonunun tepesindekiler için M deniyordu. Gerçek istihbarat dünyasında ise C deniyor.
20. Yüzyılın başlarında MI6’in kurucu başkanı Mansfield Cumming, bütün belgelerini C inisyaliyle imzaladığı için böyle bir gelenek oluşmuş. Sonraki bütün istihbarat başkanları da C koduna sahip çıkmış.
MI6’in ilk Madam C’si Blaise Metreweli, birkaç ay önce koltuğunu Türkiye’nin tanıdığı bir isim eski Ankara Büyükelçisi Richard Moore’dan devraldı.
Moore’un Ankara Büyükelçiliği’nden İngiliz gizli servisinin başına geçmesi diplomasi dünyasında biraz şaşkınlık yaratmıştı.
İngiliz basınında Moore’un Mister C dönemi için “yenilikçi ve dönüştürücü” yorumları yapıldı. Hatta Moore’un halefinin bir kadın olması konusundaki çabalarının teşkilattaki geleneksel kesimi rahatsız ettiği dedikoduları bile sızdı.
Gizli servisin yeni başkanı 47 yaşındaki Metreweli ise çekirdekten bir casus. Cambridge mezunu, siber casusluk uzmanı, akıcı bir şekilde Arapça konuşuyor. 26 yıllık kariyerinde Ortadoğu ve Avrupa’da uzun süre görev yapmış.
Madam C olarak atanmadan önce teşkilatın teknoloji ve inovasyondan sorumlu yöneticisi konumundaydı.
Madam C, merakla beklenen ilk konuşmasını teknoloji konusunda uzmanlaşmış bir casustan bekleneceği şekilde “hibrit savaş” üzerine kurguladı.
Hibrit savaş, sahadaki çatışmaların yanı sıra, enformasyon-dezenformasyon mücadelesi ve sanal saldırıların bir arada kullanılması için kullanılıyor.
Bu konudaki en başarılı uygulayıcının Rusya olduğu kabul ediliyor.
Madam C de Rusya’yı kastederek “Savaş ile barış arasında bir yerdeyiz” dedi.
Rusya’nın havalimanlarında dron uçurmasını, devlet altyapısına yönelik sanal saldırıları “savaşın hemen öncesindeki gri bölge” olarak yorumladı.
Bir dönem İran’ın Ortadoğu’da etkisini artırma politikası için “devrim ihracı” kavramı kullanılırdı.
Metreweli, Rusya’nın benzer bir şekilde “kaos ihracıyla” bölge düzenini belirlemeye çalıştığını söyledi.
Bence en önemli sözleri dev teknoloji şirketleri hakkındaydı.
Küresel gücün devletlerden teknoloji şirketlerine hatta birkaç kişinin eline geçmeye başladığını söyledi.
“Teknoloji üzerindeki kontrol devletlerden şirketlere ve bazen de bireylere kaydıkça, gücün kendisi daha dağınık ve daha öngörülemez hale geliyor” dedi.
Anladığımız kadarıyla İngiliz istihbaratı önümüzdeki dönem iki konuda mücadele edecek. Rusya’nın “kaos ihracı” ve teknoloji şirketlerinin yeni güç savaşı.

DİKTATÖRLÜKTEN LÜKS MAHKÛMLUĞA
Suriye’de rejim değişikliğinin üzerinden bir yıl geçti. İç savaşın mimarı Esad hakkında Moskova’ya sığındığından bu yana ilk kez The Guardian’da detaylı bir haber yayımlandı.
Esad, Moskova’da fark derslerini verip göz doktorluğuna dönmeye çalışıyormuş. Tabii kim gözünü böyle birine emanet etmek ister bilemiyorum.
Ailesi ise Moskova’nın lüks hayatına ayak uydurmuş. Kremlin elitlerinin yaşadığı kapalı ve zengin bir bölge olan Rublyovka civarında yaşıyorlarmış.
Ancak Putin’in Esad’la yemek yemeyi bile reddettiği, herhangi bir siyasi aktiviteyi ya da medya görünümünü yasakladığı söyleniyor.
Amerikalı bir podcast yapımcısına söyleşi vermek için de Putin’in iznini bekliyormuş.
Esad, ülkesinden kaçıp hayatını kurtarmış olabilir. Ama günün sonunda artık yabancı bir yerde oyuncak durumuna düşmüş bir siyasi mahkûm.

Paylaş